DİNOZOR RADYO

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

Bir Kaç İyi İnsan...


Şöyle bir durup etrafa bakınca, hayatı tribünlerden izlemeye başlayınca her şey o kadar netleşiyor ki... Her şey o kadar bulanık iken bir anda cam gibi oluyor ki... Hayatın bir tiyatro gibi olduğu, bir sinema gibi olduğu, yeri gelince bir savaş gibi olduğu... Bir nevi belgesel gibi... O onla plan yapıyor, o onu ele geçirmeye çalışıyor, o yerini korumaya çalışıyor, o onu arkadan yakalıyor... Sanki hepsi bir senaryo ve herkes filmin baş rolü gibi... Ama o oturduğunuz koltuktan tıpkı sinemaya itiraz edemediğiniz gibi hayata da itiraz edemiyorsunuz. Çünkü sesiniz gitmiyor, yetersiz kalıyorsunuz ve onca haksızlığa, yozlaşmaya karşı içiniz yanıyor sadece... Ve yatağınıza girip uyuduğunuz zaman ise gökyüzüne bakıp derin bir iç çekip uyuyorsunuz. 

Maalesef ki bu anlattığım iyi insanların her geçen gün birini daha kaybediyoruz. Ve her geçen an yozlaşmamız hızını arttırarak devam ediyor. Gittikçe daha tatminsiz, daha eleştirel, daha çıkarcı bir toplum oluyoruz. O bir kaç iyi adamın sesi de daha da cılızlalışıyor.

Aziz Nesin'in dediği gibi " Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz.
Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.
Bu zübükler heryerde var, biz zübükler nerde varsak, onlar da orda... "

Hepimiz o kadar suçluyuz ki aslında. Hepimiz sadece kendi evimizin evinin önünü temizlesek ortada pislik kalmayacak ya aslında. Fakat uyuşmuş bedenlerimiz ve zihinlerimiz, damarlarımızda dolaşan uyuşukluk ve tembellik tıpkı morfin gibi uyutuyor hepimizi. Şehitlerini 3 günde unutan bir toplum ne kadar birlik ve beraberlik içinde olabilir ki? Yahut "askerlikten nasıl kaçsam" deyip dönünce de kahraman edasıyla atıp tutanlar ? Hepimiz vicdanlarımızı o kadar unutmuşuz ki...

Galiba kendi halkını bu kadar hor gören, bu kadar aşağılayan başka da toplum yoktur. Bu kadar aşağılık kompleksine sahip olmamızın nedeni aslında taa Osmanlı'nın çöküş dönemine kadar gidiyor. O zamanlar geriye düşmemizi hazmedemememiz yerini özentiliğe bıraktı. Batıda ne varsa mübahtır anlayışı ile hareket edince ve doğudan gelen değerlerimizle pek de uyuşmayınca ortaya karışık bir salata çıktı. Çünkü evet biz ne batılılar gibi halktan üstlere giden devrimler yaptık ne de tepeden inme fikirlere tam adapte olabildik. Belki de halkımız sorgulama yeteneğini "her şeyi eleştirip kötüleme" olarak algılamasaydı durum çok daha farklı olabilirdi. Ama o içimize sindirdiğimiz aşağılık kompleksi maalesef bizi içten içe yedi. Ne arabeskçinin metalciye, ne metalcinin popcuya tahammülü var. Ki zaten çoğu da ithal akımlardır ne garip ki. Değerlerimize öcü gibi yaklaşıp onlara yüz çevirmemiz ve bazı batıl inançlar yüzünden bütün değerlerimizi elimizin tersiyle itmemiz bize çok pahalıya mal oldu.

İnsanların ikiyüzlülüğü günümüzde klavye delikanlılığı ile vücut buldu. Söylemleri ile eylemleri tutmayanlar bizlere elit olarak gösterildi. Marjinalliği bir halt sanmaya başladı insanlarımız. Ki gariptir marjinal ne demek çoğu insan bilmez. Ve ilgi çekmek dikkat çekmek namına her türlü şaklabanlık mübah görüldü.

Eskiden halkımız saf diye kendi kendisiyle dalga geçerdi. Şimdi ise zübük olan ne varsa. Ve bu ruh halimiz her geçen nesil daha abuk sabuk jenerasyonların doğmasına yol açıyor. Şöyle ki her jenerasyon biraz daha "genişleyen" toplum bir kaç nesil sonunda "baya bir genişlemiş" olacak.

Satrançta önemli olan bir sonraki hamleyi değil bir kaç sonraki hamleyi görebilmek ve şimdiden önlemini alabilmektir. Fakat halkımız satrancı hala sıkıcı buluyor.

Düşünmeye zorsunan bir toplum olarak son sürat ilerliyoruz. E haliyle de hazır kalıplar halinde sunulmuş fikirleri "fast foodvari" şekilde "tüketiyoruz". Böyle yaşayan bir toplumu idare etmek de pek zor olmasa gerek.

Peki bu kadar olumsuzluk arasında hiç mi "iyi insan" yok? Elbette var. Olacaktır da. Bırakın da 70 milyon arasında düşünmeyi keşfeden insanlar olsun. Fakat bu insanlarımız da tek tek bağırınca sesleri pek duyulmuyor. Bazılarının da sesleri kesiliyor. Bazıları da düşünsel farklılıklardan girdiği çatışmalardan dolayı ülkenin gittiği uçurumu unutuyor. Hal böyle olunca tabi bu "bir kaç iyi insan" da öylece eriyor. Bazıları belki hatırlanıyor belki de...

Hayat bir sinema filmi gibi dedik ya. Galiba filmi çekilirken yakalayıp yönetmeni orada aramamız gerek. Belki o zaman mutlu sonla biten bir filme imza atabiliriz. Fakat bunun için ise öncelikli olarak kendi evimizin önünü temiz tutmalıyız. Tabi bazı aklı evveller gibi halı altına yada yan komşuya süpürmemeliyiz. Bir halk ne zaman azmi unutur da kolaycılığa kaçarsa işte o zaman sarhoş bir ruh haline girer. Ayılması için sağlam bir tokat yemesi gerekir.

Uzun lafın kısası biz ne zaman gerçek anlamda sorgulayabilmeyi ve kukla olmamayı öğrenirsek o zaman başımızda "bir kaç iyi adam" görebiliriz. Ve biz ne zaman içgüdülerimizle değilde aklın ve duyguların harmonisiyle hareket edersek işte o zaman özgür bir toplum oluruz...



Nağmeler